1) GİRİŞ:
Hakkaniyet ve adalet kavramlarına geçmeden önce bu kavramların oluşum safhasını anlamakta yarar vardır. Bu kavramlar gökten dünyaya inmiş değildir, insanlık istemiş ve keşfetmiştir.
Bu keşif sürecinin temeli Toplum Sözleşmesi’ne (Du contrat social ou Principes du droit politique) dayanmaktadır.Toplum sözleşmesi Jean Jacques Rousseau[1] tarafından 1762 de yazılmış bir eserdir. Bu eserin konusu siyasi bir sistemin kurulabilmesi için en iyi yöntemin toplumsal sözleme olduğunun irdelenmesidir.[2]Eserin çarpıcı noktalarından biri hükümdarın hukuk içindeki yasama gücünden üstün bir güce sahip olmadığı görüşüdür.Esere göre hukuk bağımsızdır ve herkesden her şeyden üstün bir konumdadır.
Yasama gücünün hükümdarlarca belirlendiği bir sistemde akla gelen ikinci soru bu yasama gücünün topluma yansımasıdır.Bu yansımada insanların birarada huzur ve refah içinde yaşamaları açısından adalet içinde uygulanmalıdır. Adalatden yoksun bir yargı egemenlik içindeki sujelerde tutunamaz, kargaşa çıkararak devletlerin yıkılmasını, ülkelerin bölünmesini sağlar. Bu noktadan hareketle yargı organı adaleti göz ardı etmemelidir. Fakat adalet sujeler içinde nasıl sağlanacaktır? Adaletin sağlanması toplum içinde kolay gibi görülen fakat sonu olmayan dikenli bir yoldur. Sujeler hiçbir şekilde doyum noktasına ulaşmaz ve memnuniyet bu açıdan sağlanamaz. Bu nedenle adaletin sağlanmasının tek yolu hakkaniyettir. Hakkaniyet yani hakkı olana hakkını vermek adaletin temelini oluşturur. Toplum için hakkaniyet ”adaletli olmak”dır.[3]
2) KAVRAM OLARAK ADALET:
Adalet herkese hakkını tanıma, karşılıklı zıt yaralar arasındaki ortak menfaati bulabilme, menfaat dengesini kurabime, zulmetmeme anlamlarını karşılamaktadır.[4]
İlk çağlardan beri rastlanılan bi kavram olan adaleti somutlaştıracak olursak; toplum halinde yaşayan insanların içinde yer aldıkları devlet otoritesinin sujelere uyguladığı insafdır.Aslında adaletin tam bir tanıma yapılamaz.Bu konuda belli düşünürlerin görüşleri ile ortak noktalara erişilmeye çalışılmışdır. Sokrat adaleti ”iyi olanı kötüden ayırma bilgisi” olarak tanımlamaktadır.Aristoya göre adalet ise; ” fazilet ve itidaldir”.Eflatun adaleti herkese kendisine ait olan şeyi verme olarak tanımlamıştır. Burada Eflatunun kendisine ait olanı verme görüşü hem olumlu hem olumsuz olarak düşünülür.
Roma hukukçularından Ulpien adaleti herkese kendisine ait olanı vermek hususundaki devamlı ve müstakar irade şeklinde tanımlamıştır.[5]
Farkedildiği üzere her dönem içinde yaşayan aydınlar adalet tanımı üzerinde durmuş fakat ortak bir tanıma ulaşılamamıştır.Bu tanımlardan en iyi sentezlenen Roubier’nin tanımıdır.Roubier adaletden şu şekilde bahsetmiştir; adalet dünyada hakim olması gereken menfaati ortak amaç edinmiş üstün bir düzen fikridir.
Adalet bitmeyen bir özlem sonsuz bir arayışdır.Konfüçyüs ise kanımca adalet tanımlarından en iyisini zikretmişdir.Konfüçyüs’a göre adalet ”kendine yapılması istemediğin bir şeyi başkasına yapma” ve ”iyiliğe iyilikle, kötülüge adaletle davran ” şeklindedir.[6]
Adalet kavramının içinde ideler, idealler ve normlar bulunur.İdeler; yalnızca zihnimizde var olan gerçek dünyanın tekelinden, yozlaşmışlıgından arınmış belli bir seviyeye ulaşmış görüntülerdir.İdeler insan zihin kurgusu içinde yer alan, ulaşılmak istenen adalet özlemidir.Örneğin Themis’in arzuladığı adalet ideleri oluşturur.İdealler; zihnimizde oluşturduğumuz mükemmel adaletin uygulamaya konmasıdır.İdealler artık ideler gibi zihnimizde var olmaz.İdealler adaletin sağlanması için zihinde oluşan fikirlerin dışa vurulmasıdır.Normlar ise; hukuk ile adaletin örtüşüm noktasıdır.Hukuk’un adalete uygunluk safhasında normalar oluşmaktadır.Bu normlar yani kurallar ne kadar iyi olursa adaletin sağlanması o kadar iyi olur.
Adaletin Aristo tarafından öngörülen anlamalarını inceleyecek olusak iki temel kol karşımıza çıkar.Bunlar dağıtıcı ve denkleştirici adalettir.Dağıtıcı adalete göre eşit olmayan insanlar arasında eşitsizlik giderilmelidir.Bu noktada yapılan terazi dengesizlikleri hukuk dışı sayılmaz, gerektiğinde birine az birine çok öngörülebilir.Denkleştirici adalette ise; dağıtıcı adaletin işlevini aşıp eşitliği sağlamayı bırakıp menfaat sağlama düzeyine geçtiğinde; denkleştirici adalet dağıtıcı adaletin bozduğu düzeni düzeltme işlevi gösterir.
3) KAVRAM OLARAK HAKKANİYET
Hak hukuken korunan menfaatdir, adalet, insaf , kişilere tanınan yetki,davranış özgürlüğü, edinebilme, sahip olabilme yetkisi, kişilere yasaca tanınan ayrıcalık.Hukukun temel kavramı olan hak, korunan menfaat tanınan yetki olarakda ifade edilebilir.Hakkın tanımı üzerinde de ortak bir noktada uzlaşılamamıştır.Bu noktada çeşitli teoriler geliştirilmiştir.Bu teoriler; İrade Teorisi, Menfaat Teorisi, Karma Teori ve Hakla İlgili Görüşleri Reddeden Anlayıştır.[7]
İrade Teorisine göre, bir kişi başka bir kişiye iradesini zor kullanarak kabul ettirmesi durumunda gerçek anlamda hak sahibidir.Bu teori kişinin iradesi dışında oluşan haklardır.Örneğin kişinin haberi olmadan vasiyetname ile mirasçı olması gibi.
Menfaat Teorisine göre, hak hukuk düzenince korunan menfaattir.Hangi menfaatin korunmaya değer olduğu hususu ise hukuk düzeni içerisinde pozitif hukukça belirlenir.Bu teorinin farklı bir noktası ise, insandan başka varlıklara da hak sahibi olabilme yetkisi tanımasıdır.İrade teorisinin aksi olarak akıl hastaları ve ayırt etme gücü olmayanlarınında korunma ihtiyacı olduğu düşüncesiyle hak sahibi olduklarını kabul eder.Teorinin eleştirisi ise tüm menfaatlarin korunmaya değer olmayacağı hususudur.
Karma Teoriye göre; irade ve menfaat teorileri birleştirilerek bir teori oluşturulmalıdır.Teoriye göre hak, insana, menfaatini korumank için tanınmış irade kudretidir.Karma teoride yer alacak iradenin direkt olarak hak sahibinin olaması gerekmez, hak sahibini temsil edenin iradeside geçerlidir.
Hakla İlgili Görüşleri Reddeden Teoriye göre; hak somu ve gerçek olan bir kavramdır.Fizik ötesi kavramlar hakkı geregi gibi açıklayamazlar.Bir başka ifadeye göre asıl olan hak değil ödevdir.İnsanlar haklarından değil ödevlerinden bahsetmelidir.
Hakkaniyet temeli olan hak konusuna değinildiğine göre ödevden de bahsetmekde yarar vardır.Ödev egemenlik içinde yaşayan sujelere yüklenen bir şeyi yapmak veya bir şeyden kaçınmak yükümlülüğüdür.Hukukda sujelere yüklenen en göze çarpan ödev hayvan haklarıdır.Asıl olan insan haklarıdır, hayvanların hakları olmaz.Hayvan hakkı olarak bahsedilen kavram aslında insanlara yüklenen ödevdir.
4) SONUÇ OLARAK ADALET İLE HAKKANİYET ARASINDAKİ İLİŞKİ:
Hakkaniyet ile adalet birbiriyle iç içe girmiş iki terimdir. Bu iki terimin birbirine uygunluğu irdelenmesi gereken bir konudur. Bu uygunluğun çerçevesi ise hukuktur.
Hak ve adalet her zaman birbirleriyle örtüşmemiştir. Örnegin bazı devirlerde insanların elde ettikleri haklara bakılmaksızın soyaçekim yasası adı altında birtakım görüşlerle insanların hakları ellerinden alınmış ve bunun adalet olduğu savunulmuştur.[8]Oysaki bunun bir adalet olmadığının herkes bilincindeydi
Günümüzde ise; haklar kanunlar vasıtasıyla korunmaktadır. Bu korunma tam olarak kanunun uygulaması ile gerçekleştiğinde günümüz adaleti vuku bulmaktadır. Adalet ile hakkaniyetin birbirine tamamlayıcı özeliği uygulanmalıdır.
Adalet kime göre hak olan bir olay çercevesinde oluşu? Bunun cevabında ise hakim taktiri devreye girer. Hak yapı itibariyle sadece menfi yönde olmayabilir. Fakat kişilerin maddi manevi olarak değerlerine zarar gelmemesi için oranlılık devreye girmektedir.
Her iki kavramın aslı Gnothi Seauton[9]‘a dayanır. Gnothi Seauton kendini bilmektir. Kendini bilmeyen hukukçu insanlara ne adaleti aşılayabilir ne de hakdan doğan hakkaniyet bilincini uyandırabilir. Kendini bilmeyen insan ise; ne hakkını kullanabilir ne de adaletin asaletinden memnuniyet duyabilir. Asıl olan gerçekten hak edilen hakkın talep edilip hakkaniyetin aşılanması için çaba göstermelidir.. Bu çaba sonucunda adalet yerini bulur.
KAYNAKLAR:
1-http://tr.wikipedia.org/wiki/Jean-Jacques_Rousseau
2-http://tr.wikipedia.org/wiki/Toplum_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi_(Rousseau)
3-http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=hakkaniyet
4-Yılmaz, Ejder : Hukuk Sözlüğü Ankara, 2011, s.24
5-Bilge, Necip : Hukuk Başlangıcı Ankara, 2011,s.188
6-Özekes, Muhammet : Temel Hukuk Bilgisi Ankara, 2010, s.39
7-Özekes, Muhammet : Temel Hukuk Bilgisi Ankara, 2010, s.32
8-Tolstoy :Diriliş, Sonsuz Yayıncılık İstanbul, 2011, s.83
[1] Jean-Jacques Rousseau (28 Haziran 1712, Cenevre- 2 Temmuz 1778, Ermenonville,Val-doise), Fransız yazar, düşünür, filozof, politika ve müzik teorisyeni.
Rousseau, doğru bir siyasal toplumun temellerini ortaya koyabilmek için olguların bir yana bırakılması gerektiğini belirtir. Çünkü ona göre salt olgulardan hareket edildiğinde, çıkarlar, yararlar ön plana yerleştirilmekte ve böylece adalet, hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Rousseau, güçlünün haklı kabul edildiği, siyasal toplumun kökenine olguları yerleştiren, olgusal verileri ve kuramları eleştirmektedir. Yurttaşı, ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir “toplum sözleşmesini” ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dahil olması gerektiğini savunur. Halk olmanın temelinde egemenliğin var olması gerektiğini düşünür. Yasaların olmadığı bir yerde devletten söz edilemeyeceğini savunmuştur. Yasaların, halkın tümü için geçerli olması gerektiğini düşünmektedir.
Halk sayısı arttıkça, yönetici sayısının azalması gerektiğini savunan Rousseau, “demokrasi, aristokrasi, monarşi” şeklindeki sınıflandırmayı benimsemiştir. Rousseau’ya göre demokrasi biçimindeki hükümette yönetici, halkın tamamı ya da büyük bir kısmıdır. Aristokrasi biçimiyse küçük bir azınlığın yönetimidir. Monarşik hükümette ise yönetme yetkisi tek bir kişidedir.
Rousseau’ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Ayrıca devletin temelinde dinin de olması gerektiğini savunur. Rousseau; devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir. (Alıntıdır-http://tr.wikipedia.org/wiki/Jean-Jacques_Rousseau)
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Toplum_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi_(Rousseau)
[3]http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=hakkaniyet
[4] Yılmaz, Ejder : Hukuk Sözlüğü Ankara, 2011, s.24
[5]Bilge, Necip : Hukuk Başlangıcı Ankara, 2011,s.188
[6]Özekes, Muhammet : Temel Hukuk Bilgisi Ankara, 2010, s.39
[7]Özekes, Muhammet : Temel Hukuk Bilgisi Ankara, 2010, s.32
[8]Tolstoy :Diriliş, Sonsuz Yayıncılık İstanbul, 2011, s.83
[9]Gnothi seauton kendini bilmekle eşdeğer bir kavramdır. Kimi toplumlar din olarak da benimsemektedirler. Kavram olarak eski yunan atasözüdür.Delphi’deki Apollon Tapınagının girişinde yer almaktadır.Binevi dine kendini vermeden önce arınmak amacıyla akla gelmesi gereken sözdür. Bazı yazarlarca Amor Fati sözcüğü ile bir tutulur.Fakat Amor Fati kadere bilinçli olarak boyun eğmektir.Gnothi seauton ile alakası yoktur. ( Alıntı değildir, kişisel bilgidir. )